
Boş arama ile 7 sonuç bulundu
- Türkiye’de her 100 kişiden 85’i iş güvencesinden mahrum
Çalışma Ekonomisi Doktoru Avukat Murat Özveri, Türkiye’de her 100 kişiden 85’inin iş güvencesinden mahrum olduğunu söyledi. Dr. Murat Özveri, Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Arzu Erkan ve Kocaeli İl Başkanı İlhami Şahbaz, “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş” kampanyası kapsamında işçilerle bir araya geldi. Tekgıda- İş Kocaeli Şubesinde yapılan buluşmada konuşan, Türk-İş Bölge Temsilcisi ve Tekgıda-İş Kocaeli Şube Başkanı Ali Bostan, “Böyle bir kampanyayı önemsiyor ve bunu gündeme getirdiği için Emek Partisine teşekkür ediyorum” dedi. EMEP Genel Başkan Yardımcısı Arzu Erkan, “Türkiye’de 16 milyon çalışanın sadece 1 milyon 350 bini toplu iş sözleşmeli bir çalışma düzenine sahip. Nasıl ki yüzyıllar önce işçi sınıfı bedeller ödeyerek sendikalaşma hakkını kazandıysa bizler de hep birlikte mücadele ederek bu hakkın kullanımı önündeki tüm engellerin mücadele ederek ortadan kaldırabileceğimizi düşünüyoruz” dedi. ‘İŞÇİNİN ALACAĞI ZAMAN AŞIMINA UĞRUYOR’ İş güvencesinin işçiler için olmazsa olmaz bir talep olduğunu vurgulayan Dr. Murat Özveri “40 yıllık hukuk yaşamımda şunu gördüm; işçinin güvencesi olmadığı için, yatırılmayan fazla çalışmasını çalışırken talep edemiyor. Hakarete uğruyor, sesini çıkaramıyor, ödenmeyen hafta tatillerini isteyemiyor. İşçiler ne zaman dava açıyor, işten çıkarıldığı zaman. İşten atıldıktan sonra açtıkları bu davalarda alacaklarının önemli bir kesimi zaman aşımına uğruyor” dedi. Türkiye’de işçilerin iş güvencesi olduğunu savunan bir kesim olduğunu da hatırlatan Özveri, “İş güvencesine bakalım. 6 aydan fazla kıdem, 30 veya daha fazla işçinin çalıştığı iş yerinde çalıştırılıyor olmak ve belirsiz süreli iş sözleşmesi. İş piyasasında Türkiye’de her 100 kişiden 85’i iş güvencesinden mahrum” diye konuştu. EMEP Kocaeli İl Başkanı İlhami Şahbaz da “Tüm işçileri bu haklı taleplerin etrafında birleşmeye ve bu kampanyayı bulundukları her yerde yaygınlaştırmaya davet ediyorum” dedi. (Evrensel)
- İş kolu barajı on binlerce işçiye engel
Bakanlığın verilerine göre 20 farklı iş kolunda toplam 234 sendika bulunuyor. Bu sendikaların 169’u (yüzde 72.2) ise yüzde 1’lik iş kolu barajının altında. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının ocak 2025 verilerine göre ülkede 20 iş kolunda çalışan kayıtlı işçi sayısı 16 milyon 864 bin 733. Kayıtlı işçilerin sadece 2 milyon 524 bin 547’si, yani yüzde 14.97’si sendika üyesi. Toplu sözleşme kapsamında yer alan işçilerin oranı ise yüzde 8 düzeyinde. Kayıt dışı çalışan işçiler dahil edildiğinde ise toplam işçi sayısı 30 milyon civarında. Sendikalı işçi sayısı 2 milyon 524 bin 547 (yüzde 8.4). Toplu sözleşme kapsamında çalışan işçilerin sayısı 1 milyon 410 bin (yüzde 4.7). Bakanlığın verilerine göre 20 farklı iş kolunda toplam 234 sendika bulunuyor. Bu sendikaların 169’u (yüzde 72.2) ise yüzde 1’lik iş kolu barajının altında. Yüzde 1’lik iş kolu barajına takılan sendikalara üye işçi sayısı ise 51 bin 851. Yani 51 bin 851 işçinin sadece herhangi bir sendikaya üyeliği bulunuyor, baraj nedeniyle sendikal haklardan faydalanamıyor. Yüzde 1’lik iş kolu barajını geçen sendikalara üye işçilerin -yetki itirazı gibi diğer engeller dışarıda tutulursa- toplu iş sözleşmesi kapsamında çalışabilmeleri içinse, sendikanın yüzde 40’lık işletme barajını ve yüzde 50’lik iş yeri barajını aşması gerekiyor. 2024 yılında iş cinayetlerinde ölen sendikasız işçilerin oranı: Yüzde 98.11 (1861 işçi) 2024 yılında iş cinayetlerinde ölen sendikalı işçilerin oranı: Yüzde 1.89 (36 işçi) TİS KAPSAMINDAKİ İŞÇİLER YÜZDE 50 DAHA FAZLA ÜCRET ALIYOR TÜİK kazanç istatistikleri verilerine göre 2022 yılında toplu iş sözleşmesi (TİS) imzalanan iş yerlerinde çalışan işçiler aylık ortalama brüt 18 bin 266 TL ücret kazandı. TİS imzalanmayan iş yerlerinde aylık ortalama brüt ücret kazancı 12 bin 311 TL olarak gerçekleşti. Yani sendikalı ve toplu sözleşme kapsamında çalışan işçiler, TİS imzalamamış işçilerin ücretlerinin yüzde 48’i oranında daha fazla ücret aldı. 2023 yılı itibarıyla 38 bin 317 TL ortalama aylık brüt ücret alan TİS kapsamındaki işçiler karşısında TİS imzalayamayan işçiler ise aylık ortalama 24 bin 891 TL brüt ücret aldı. 2023 yılında TİS kapsamındaki işçiler TİS dışı işçilerin ücretlerinin yüzde 53.93’ü oranında daha fazla ücret aldı.
- 'Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli' kampanyası başladı
Emek Partisi (EMEP), işçilerin hak ve çıkarlarını korumak, geliştirmek ve yeni haklar elde etmek için giriştikleri sendikal örgütlenmelerin, sermaye ve iktidarları eliyle engellendiğine dikkat çekerek, sendikal barajlara, yetki itirazlarına, grev yasaklarına ve keyfi işten atmalara karşı “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş” kampanyası başlattığını duyurdu. EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan, sendikacılara, akademisyenlere, işçi ve emekçilere kampanyayı birlikte örgütleme çağrısı yaptı. “Barajsız sendika, yasaksız grev, güvenceli iş” Birleşik Metal-İş üyesi Green Transfo işçilerinin bulunduğu Gebze’deki grev alanından duyuruldu. Açıklamaya EMEP İstanbul Milletvekili İskender Bayhan, Birleşik Metal-İş, Türk-İş’e bağlı TEKSİF, Petrol-İş üyesi Novares iş yeri temsilcileri, DİSK/Genel-İş, DİSK Emekli-Sen, Basın-İş temsilcileri de katıldı. “TEMELLERİ 12 EYLÜL DARBESİYLE ATILDI” “Barajsız sendika yasaksız grev”, “Grev haktır yasaklanamaz”, “İş ekmek özgürlük” ve “Green işçisi yalnız değildir” sloganlarının atıldığı açıklamada konuşan EMEP Genel Başkanı Seyit Aslan, basın emekçilerine yönelik baskıya ve Siirt Belediyesine kayyım atanmasına tepki gösterdi. Ülkeyi yerli ve yabancı tekeller ve sermaye sınıfı için dikensiz bir gül bahçesine çevirmek isteyen; örgütsüz, güvencesiz ve ucuz emek gücüne dayanan bir ekonomik büyüme modelini hayata geçirmek adına işçi sınıfının bütün kazanımlarını hedefe koyan saldırı dalgasının, bugün Erdoğan-Şimşek programı adıyla en vahşi biçimiyle sürdüğünü dile getiren Aslan, bunun temellerinin 12 Eylül darbesiyle atıldığını belirtti. “İŞÇİLERİN TOPLU PAZARLIK HAKKI ELİNDEN ALINIYOR” Sendikalaşmanın önünde ciddi engellerin bulunduğunu belirten Aslan, “Ülke barajı, iş yeri barajı, işletme barajı en temel engellerden biri. İşçilerin hak ve çıkarlarını korumak, geliştirmek ve yeni haklar almak için giriştiği sendikal örgütlenme, iktidarların ve sermayenin fiili ve yasal engelleriyle karşılaşıyor” dedi. Sendikalaşan her işçinin uğradığı akıbetin kitlesel işçi kıyımları olduğunu dile getiren Aslan, “Bunun en son ve somut örneği Polonez işçilerdir. Yaşadıkları ağır çalışma koşullarını değiştirmek, aşağılanma ve mobbing gibi insanlık dışı uygulamaları önlemek, insanca ücret almak ve insanca yaşamak için yürüttükleri sendikal örgütlenme sonucunda toplu işçi kıyımına uğramışlar, 153 gün süren direnişleri sonucunda sadece kıdem, ihbar ve boşta geçen sürelerin ücretlerini almış sendikal örgütlenme tamamlanamamıştır. Polonez gibi yüzlerce fabrika bu sonuçla karşılaşmış, iktidarın ve sermayenin ortak tutumu ve dayanışması ile sendikal örgütlülük tasfiye edilmiştir” ifadelerini kullandı. İKTİDAR ÇELİKTEN DUVAR ÖRÜYOR İktidarın; çıkardığı yasalar ve fiili uygulamalarıyla sendikalaşmanın önüne çelikten duvar ördüğünü belirten Aslan, bunlardan birinin de yetki itirazları olduğunu söyledi. Aslan şöyle devam etti: “Sermaye sahiplerinin sendikalaşmayı engellemek için yetkisiz mahkemelere yaptıkları itirazlarla mahkeme süreçleri üç-beş yılı bulmakta, mahkeme sonucunda işçiler ve sendikalar davaları kazansa bile aradan geçen sürede patronlar iş yerinde sendikayı tasfiye etmekte ve sözleşme yapacak işçi kalmayınca süreç başarısızlığa uğramaktadır. Bütün süreçleri başarılı tamamlayan işçiler ve sendikalar açısından ise iktidarın sopası eksik olmuyor ve erteleme adı altında grevler yasaklanarak işçilerin toplu pazarlık hakkı elinden alınıyor. Cumhurbaşkanı sermaye temsilcilerinin huzurunda ‘Biz OHAL ilan ettik, grevleri yasaklıyoruz. Sermayenin önündeki engelleri kaldırıyoruz daha ne istiyorsunuz?’ demişti. “İŞÇİLERE KARŞI TÜM GÜÇLERİNİ KULLANIYORLAR” Yaşanan sürecin sermaye için cennet, işçiler için tam bir cehennem koşulları oluşturduğunu vurgulayan Aslan, “İktidar iş yasalarının esnetilmesi, kuralsız hale getirilmesi gibi politikalarla sermayenin her türlü uygulamalarını ve isteklerini sınırsız biçimde yerine getirirken, işçilerin hiçbir talebini karşılamadığı gibi, devletin tüm gücünü işçilere karşı kullanmaktan geri durmamıştır. Direnen, hak alma mücadelesi veren, sendikalaşmaya çalışan, greve çıkan işçilerin ve sendikaların karşısına bakanı, valisi, kaymakamı, polisi, askeri, müftüsünü dikerek mücadeleyi kırmaya, sendikalaşmayı engellemeye çalışmıştır. Özak işçileri bunu en yakın tanığıdır. Grev yasaklarının son örneği toplu iş sözleşmesinde sermayenin sefalet ücretine ve esnek çalışma dayatmalarına karşı mücadele eden ve greve çıkan Birleşik Metal-İş üyesi işçilerin grevlerine getirilen yasaktır. Ancak grev yasağına karşı direnen Birleşik Metal-İş ve işçiler, örgütlü ve kararlı bir mücadeleyle hem tek adamın grev yasağı kararını yırtıp atmış, hem MESS’in dayatmalarını boşa çıkarmış grevlerini kazanımla sonuçlandırmıştır” diye konuştu. “HEP BİRLİKTE ÖRGÜTLEYELİM” “Sermaye güçlerinin sistemli olarak yürüttüğü saldırılar karşısında, işçi sınıfımız birleşerek, örgütlenerek, mücadele ederek taleplerini kazanabilir” diyen Aslan, parti olarak başlattıkları kampanya için şu çağrıyı yaptı: “Yasalarda olan ama silikleştirilen iş güvencesini yeniden kazanmak istiyoruz. İşten atmaların yasaklanması, sendikal örgütlenme nedeniyle işten atmaların son bulması, işçilerin alın teri ve emekleriyle çalıştıkları iş yerlerinde sermayenin yüz kızartıcı kodlarla işçilerin işten atılması karşısında güçlerimizi birleştirmeliyiz. Gerçek ve kalıcı bir iş güvencesi istiyoruz. İşçilerin örgütlenmesinin önündeki en büyük engellerden birisi olan, iş yeri, işletme ve ülke barajları kaldırılmalıdır. İşçilerin sendika seçme hakkı referandumla belirlenmelidir. İş yeri yetkisi, işletme yetkisi ve sendika seçmede işçinin beyanı esas alınmalı, yani işçilerin iradelerine başvurularak referandumla tüm süreçler çözülmelidir. İşverenlerin mahkeme süreçlerinde sendikaları tasfiye süreçlerinin önüne geçilecek demokratik ve işçileri koruyan yasalar çıkarılarak, sermayenin işçi ve sendika düşmanı tutumunun önüne geçmek için barajsız sendika istiyoruz. 12 Eylül yasaklarından birisi olan, AKP iktidarının ve tek adamın başvurduğu işçilerin toplu pazarlık hakkını elinden alan, işçileri sermayenin kıskacına iten grev yasağı başımızdaki en büyük belalardan biridir. Yüksek Hakem Kurulunun belirlediği ve esasta sermayeden yana işleyen sözleşmelerle işçilerin kazanılmış haklarının elinden alınmasına neden olan grev yasakları son bulmasıdır. Bunu için yasaksız grev diyoruz. İş cinayetlerinde ölmemek için, açlık sınırının altında ücretle çalışmamak için, angarya, esnek ve güvencesiz çalışmaya karşı güvenceli iş için yola çıkıyoruz. Emek Partisi olarak, başlattığımız bu kampanyamız; sermayenin vahşi ve sınırsız sömürüsü karşısında işçi sınıfını silahsız ve savunmasız bırakmak isteyen bu saldırganlığa geçit vermeyelim diyoruz.” Aslan, “Kampanyanın konusu olan maddeleri içeren bir yasa değişikliği tasarısının yüz binlerce işçinin imzasıyla meclise taşınmasını hedefliyoruz. Engelsiz, barajsız sendikal örgütlenme için, grev yasaklarının son bulması için, gerçek anlamda bir iş güvencesi için güçlü bir kampanyayı hep birlikte örgütleyelim. Bu kampanyanın başarısı hepimizin ortak çabasının ve çalışmasının bir ürünü olacak” ifadelerini kullandı. “YASAKLARA BOYUN EĞERSEK KAYBEDERİZ” Birleşik Metal-İş Genel Eğitim Sekreteri Özcan Atmaca, “Green Transfo’da grev yasaklanmadı, çünkü MESS'e bağlı değil. MESS'e bağlı Grid, Arıtaş, Hitachi ve Schneider fabrikalarımızda grevlerimiz yasaklandı. Grev ertelemelerine sebep olarak 'milli güvenlik' diyorlar. Ama biz her şeye rağmen grev yasaklarını tanımadık ve mücadelemizi sürdürdük, kazandık. Mücadelemizi hep birlikte yürütmeliyiz. Eğer biz korkarsak, her yasağa kafamızı eğersek kaybederiz” dedi. Green Transfo Baş Temsilcisi Savaş Sünbül de “37 gündür mücadelemizi sürdürüyoruz. Grev bize çok şey kattı. Sizden aldığımız güçle kazanacağız. Patron o masaya gelecek ve işçi iradesinin kabul edeceği bir sözleşmeyi imzalayacak. Emek Partisinin bu kampanyasını destekliyoruz. Burada, kampanyayı bizimle başlatmaları bizi onurlandırdı” dedi. “ELİMİZDEN NE GELİRSE YAPACAĞIZ” DİSK/Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 2 No’lu Şube Başkanı Ali Sönmez de “Türkiye'nin dört bir yanında konfederasyon farkı gözetmeksizin, işçi sınıfına dönük bu saldırılara karşı başlatılan kampanyayı canı gönülden destekliyoruz. Genel-İş Anadolu Yakası 2 No'lu Şube olarak, elimizden ne geliyorsa, bu kampanyanın örgütlenmesi ve işçi sınıfına yönelik bu saldırıların püskürtülmesi, insanca çalışma ve insanca yaşam koşullarının oluşturulması için yapacağız, bu kampanya başarıya ulaşacak” dedi. “BARAJIN MAĞDURU DA BİZLERDİK” Teksif Genel Başkan Danışmanı, Bölge Sorumlusu Binali Tay, Deriteks çatısı altında faaliyet yürütürken sendika barajı nedeniyle Teksif Sendikasıyla birleşmek durumunda kaldıklarını anlattı. EMEP’in başlatmış olduğu kampanyanın önemine dikkat çeken Tay, “Barajların mağdurları da bizlerdik. Barajların kaldırılması mücadelesi işçi sınıfı adına önemli bir mücadeledir. Bununla beraber yetki itiraz davalarıyla da uğraşıyoruz. Bir perde fabrikası olan TKIS’ta patron bizi yetki itiraz davalarıyla mahkemelerde süründürüyor. Mahkemeler bin yıl da sürse içerideki üyelerimizle toplu iş sözleşmesi masasına oturacağız. Tıpkı buradaki Green Transfo işçileri gibi grevli toplu iş sözleşmemizi imzalayacağız, hep beraber kazanacağız” dedi. AKADEMİSYENLERİN SAFI İŞÇİLERİN SAFIDIR Akademisyenlerin safının işçilerin safı olduğunu söyleyen Kocaeli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi Bölümü Araştırma Görevlisi Ömer Furkan Özdemir, “Güvenceli iş, yasaksız grev ve barajsız sendika her birimizin çalışırken, işten atılırken, yoksulluk içerisinde sefalete mahkum edilirken deneyimlediğimiz sorunların sebebi bu üç talebin içerisinde yer alıyor. Ay sonunu getirememenin de borç içinde yaşamanın da sebebi sendikal barajlar, grev yasakları ve güvencesiz çalışmadır. Bu yüzden bu 3 taleple başlatılan kampanyayı ben de destekliyorum ve üzerimize düşen ne olursa onu yapmaya hazır olduğumuzu söylüyorum” dedi.
- Yasalar yetmiyor, patronlar arkadan dolanıyor
Türkiye’de işçilerin temel haklarının anayasal düzeyde tanınması 1961 gibi hayli geç bir tarihte oldu. Elbette emeğin temel haklarını işçiler fiili mücadelelerle aldı. 1961’den 12 Eylül Darbesi’ne kadar olan kesitte sağlanan göreli özgürlük ortamı, sendikaların en güçlü dönemlerini yaşamalarını sağladı. Toplu iş sözleşmesi ve grev hakkı en geniş biçimde kullanılabildi. Darbe sonrası Türkiye’de ilk getirilen yasak ve kısıtlamalar işçilerin temel haklarıyla ilgiliydi. İŞÇİ HAKLARI HÂLÂ DARBE ÇERÇEVESİNDE 2025 Türkiye’sinde çalışma hayatını ve sendikal hakların sınırlarını belirleyen çerçeve, hâlâ büyük ölçüde 12 Eylül Darbesi’nin çerçevesidir. Bugün emeğin haklarının sacayağını oluşturan sendikal örgütlenme özgürlüğü, toplu iş sözleşmesi ve grev hakkının kullanımı özellikle uygulamada ciddi biçimde daraltılmış durumdadır. 2012’de uygulamaya konulan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu dayanak yapılarak sürekli ertelemeler (fiilen yasaklama) nedeniyle grev hakkı neredeyse kullanılamaz hale getirilmiştir. SENDİKAL HAKLAR KAĞIT ÜZERİNDE Öte yandan saydığımız sacayaklarından biri olan sendikal örgütlenme özgürlüğü konusunda özellikle uygulama aşamasında birçok hak ihlali göze çarpmaktadır. Anayasa’nın 51. maddesinde çalışanların önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahip olduğu, hiç kimsenin bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamayacağı yazılmıştır. Yine Anayasa’nın 53. maddesinde de işçilerin toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahip olduğu vurgulanmıştır. Anayasa’nın 90. maddesi gereği iç hukuk normlarının üzerinde olan ve Türkiye’nin tarafı olduğu ILO’nun 87 No’lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının Korunması Sözleşmesi ile 98 No’lu Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi de sendika ve TİS hakkı bakımından önemlidir. SENDİKAL ÖZGÜRLÜKLER İÇİN DİRENENLER Ancak istatistiklerin de gösterdiği gibi bu haklar kağıt üzerinde kalmaktadır. Bu hakların kullanılamadığını gösteren sayısız örnek bulunmaktadır. Halihazırda sendikal örgütlenme hakkını kullanamadıkları için eylem de ve direnişte olan işçiler şunlardır: DIGEL Tekstil: İzmir Gaziemir'de bulunan Ege Serbest Bölge içindeki Alman menşeli tekstil fabrikası DIGEL'de düşük ücret zammına karşı eylem yapan işçiler, aynı gün TEKSİF’e üye olmuş ve yetki başvurusu yapmıştı. İşçilere düşük ücret dayatan DIGEL patronu sendikaya üye olan işçilerden 4’ünü de işten attı. DIGEL işçilerinin sendikalı çalışma ve işten atılan arkadaşlarının işe iadeleri için verdikleri mücadele devam ediyor. TKIS Blinds: Tuzla Serbest Bölge’de bulunan perde üretimi yapan TKIS Blinds Fabrikasında çalışırken TEKSİF’e üye oldukları için işten atılan işçileri direnişi sürüyor. TKIS işçilerinin direnişini hem fabrikada çalışmaya devam eden işçiler hem de TEKSİF’in örgütlü olduğu fabrikalardan işçiler sahipleniyor. İşçiler fabrikaya sendikalarıyla beraber girmek için mücadele ediyor. Temel Conta: İzmir’de Petrol-İş Aliağa Şubesinin örgütlü olduğu Temel Conta isimli fabrikada çalışan işçilerin, sendikal haklarının engellenmesine, asgari ücret dayatılmasına ve sağlıksız çalışma koşullarına karşı grevi sürüyor. Temel Conta patronu işçilerin örgütlü olduğu sendikayı tanımıyor. Almer Tekstil: Kayseri’de bulunan Almer Tekstil’de çalışan işçiler Türk-İş’e bağlı TEKSİF’te örgütlenince sendikaya üye olan 12 işçi işten atıldı. İşten atılan işçiler fabrika önünde ve şirketin genel merkezi önünde eylemler yaptı. PATRONLARIN AYAK OYUNLARI Yukarıda saydıklarımız güncel grev ve direnişler örneklerdi. Bir de patronların türlü ayak oyunlarıyla direniş aşamasına gelmeden sendikalaşmanın önünü kestiği fabrikalar var. Bu ayak oyunlarının bir kısmı şu şekliyle sıralanabilir… Patronlar fabrikalarda sendikaları ve sendikalaşmayı karalayan ideolojik söylemlere başvuruyor. Özellikle küçük ölçekli, iş yerlerinde, gurbetçi işçilerin çalıştığı iş yerlerinde; akrabalık, hemşehrilik gibi geleneksel ilişkileri kullanarak sendikalaşmanın ‘patrona ihanet’ anlamına geldiğini öne sürüp, işçileri psikolojik baskı altında alıyorlar. Yakın dönemde örneklerini de gördüğümüz şekilde patronlar sendikalaşmadan vazgeçirmek için işçilere ücret artışı, maddi yardım ve ödeme teklif ediyorlar. Halihazırda sendikanın bulunduğu ya da sendikal örgütlenme girişiminin olduğu iş yerlerinde işçiye işe girdiği sırasında ‘Sendikaya üye olmayacağım’ yazılı kağıtlar imzalatabiliyorlar. En çok karşılaşılan örneklerden biri olarak patronlar sendikalaşmaya öncülük eden işçileri işten çıkarıyor ya da başka iş yerlerine gönderiyor. Sendikalaşmaya öncülük eden işçilere fiili şiddet uygulama, kendi canıyla, ailesiyle tehdit etme gibi olaylar da Türkiye tarihinde var. Sendikanın olduğu iş yerlerinde taşeronlaştırmaya giderek sendikal örgütlülüğü dağıtma yoluna da başvurabiliyorlar. Kağıt üzerinde iş yerinin adını değiştirerek ya da iş yerini kapatıp yeni bir iş yeri açarak, sendikanın yetki almasını engellemeye çalışabiliyorlar. Sendika yetki tespitinde bulunduğu iş yerlerinde patronlar, iş yeri kodu değişikliğine giderek örgütlenmeyi boşa düşürebiliyor. Özellikle organize sanayi bölgeleri, sanayi siteleri ve serbest bölgelerde patronlar sendikalaşan ya da sendikalaşmaya meyilli olan işçiler hakkında ‘kara listeler’ oluşturabiliyorlar. Sendikalaşma sürecinin yaşandığı iş yerlerinde çalışma saatlerini uzatma, ücretleri geciktirme, molaları kısaltma, molada verilen çayı kaldırma, servisleri kaldırma, yemek çıkarmama gibi uygulamalarla işçiler sendikadan istifaya zorlanabiliyor. Tıpkı Özak Tekstil işçilerinin yaşadığı gibi işçilerin gittiği camilerde, imamları devreye sokarak, sendikalaşmayı engellemek için vaaz verdirip telkinde bulundurabiliyorlar. Sendikalaşmanın en ufak ibaresini gören patronların kimileri işçilerin iş yerinde kendi aralarında konuşmalarını dahi yasaklayabiliyorlar.
- Birleşik Metal-İş Başkanı Özkan Atar: Bize düşen sinmek değil, mücadeleyi yükseltmek
Yasaklar, barajlar, yetki itirazları, baskılar ve işten atmalar… Sendikalaşmanın önündeki bu engeller, bugün sendikalı işçilerin sayısını yüzde 14.97’ye düşürdü. 2 milyon 524 bin sendikalı işçinin ise ancak yüzde 8’i yani 1 milyon 350 bini toplu sözleşmelerden yararlanabiliyor. Son bir yılda; Polonez’den Fernas’a, TKIS Blinds’tan As Plastik’e kadar pek çok iş yerinde binlerce işçi sendikalaştığı için işten atıldı, polis şiddetine maruz kaldı, gözaltına alındı. Anayasa’nın 51 maddesi sendika üyeliğini hak, bunun engellenmesini ise suç olarak tanımlıyor. Ancak buna rağmen işçiler özgürce sendikalarını seçemiyor ve sendikalaşmıyor, türlü engellerle karşılaşıyor. Üstelik çeşitli engellere rağmen işçiler sendikalaşsa bile özgür toplu sözleşme imzalayamıyor. Zira bu kez grev yasaklarıyla karşılaşıyor. Yakın zamanda MESS’e bağlı işletmelerde grev yasağına rağmen greve çıkan, bugüne dek sendikalaştıkları pek çok yerde engelle karşılaşan işçilerin üyesi olduğu Birleşik Metal-İş’in Genel Başkanı Özkan Atar, işçilerin sendika, toplu sözleşme ve grev hakları için kesintisiz bir mücadelenin önemli olduğunu söylüyor. Çok yakın bir zamanda metal işçilerinin grevleri yasaklandı. Bu yasaklar nasıl sonuçlara yol açıyor? Metal Sanayicileri Sendikasının (MESS) ücretlere yüzde 40’lık zam teklifini kabul etmedik, Birleşik Metal-İş üyesi 2 bin civarında Hitachi, GE Grid Solutions, Schneider Elektrik ile Arıtaş Kriyojenik işçilerinin grevi Cumhurbaşkanlığı imzasıyla yasaklandı. Grev yasaklarını tanımadık ve grevlerimizi sürdürdük. Sonucunda; tam hedeflediğimiz kazanımları hayata geçirdiğimiz söylenemez. Bu grev yasakları ve antidemokratik saldırılarla karşı karşıya kalmasak bu geldiğimiz noktadan daha iyi hakların kazanılabileceğini de söylemek zorundayız. Grev yasaklarıyla birlikte olumsuz sözleşmeler imzalamak zorunda kalmadık tabii ama bu grev yasakları; sendikanın yürüttüğü mücadele hattını işverenlerin lehine, onları kayıran bir sonuca yol açıyor. Mücadeleyi yükselterek bu yasakların uygulanmayacak noktaya gelmesi gerekiyor. ‘SENDİKAL HAKLAR YOK DÜZEYDE’ Özellikle mücadeleci sendikalara dönük saldırılar ve engeller yoğun. Grev yasakları dışında başka neler sayabiliriz? Türkiye’de sendikal mücadele alanında nasıl bir tablo hakim? Türkiye’de özellikle son üç dört yılda gelir adaletsizliği had safhaya çıktı. Sendikal örgütlülük özellikle 12 Eylül 1980 darbesinden sonra neredeyse yok düzeyinde bir seyir izledi ve halen de öyle devam ediyor. Sermayenin ve sermaye iktidarlarının, devletin kendilerine uygun sendikalara müsaade ettikleri ya da diğer sendikalara da kendilerinin müsaade ettikleri sınırlar içinde bir düzeyde yönetme ve sürdürme ısrarları içindeler. Birçok sendika; iş kolu, iş yeri, işletme barajlarıyla karşı karşıya kalarak üyelerinin toplu sözleşmelerden yararlanabilme, bu hakka erişebilmelerini sağlayamıyor. Bugün kimi sendikalarda iş kolunda yüzde 1’lik baraj on binlerce işçiye denk geliyor. Bunu yapacaksınız ki, işçiler TİS’lerden yararlanabilsin. Bunu gerçekleştirebilen sendikalar da Çalışma Bakanlığının keyfi ve hileli uygulamalarıyla beraber baraj geçilmesine rağmen TİS yetkisini vermedikleri sendikalar da var. Örneğin Dev Sağlık-İş, mahkeme raporlarıyla da barajı geçti ancak üyeleri TİS hakkını kullanamaz hale getirildi. İşletmelerde yüzde 40, yüzde 50 barajları gibi birtakım engeller var. Sendika tüm bunları gerçekleştirmiş olsa da, üye yapıp da sendikalaşma çabasına girdiği zaman işçiler işten atılmayla karşı karşıya kalıyorlar. Mobbinglerle, baskılarla, patronların yasa dışı davranışlarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Bütün bu zorlukları aştıktan sonra yetki itirazıyla karşı karşıya kalıyorlar. Bu da en az 2-3 yıl mahkemelerle sürecin uzaması anlamına geliyor. Bu süreçte de işten atılmalar oluyor, işverenlerin baskısıyla üyelikten istifalar oluyor, TİS yapılamıyor. Tüm bu engelleri de aşınca grev yasaklarıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Bunların hepsini bir bütün olarak ele aldığımızda Türkiye’de sendikal hakların yok düzeyde olduğunu çok açık ve net olarak tespit edebiliriz. Grev hakkı olmayan bir TİS sürecinden bahsedemezsiniz. TİS yetkisi almak için üç beş sene mahkeme salonlarında dolaşarak sendikal hak ve özgürlüklerin olduğunu söyleyemeyiz. Bu uygulamalar sonucunda da özel sektörde çok düşük bir sendikal örgütlülük var. Metal iş kolu işçilerin mücadele deneyimleri dolayısıyla da örgütlülüğe en yatkın olan iş kollarının başında geliyor ama metal iş kolunda da sendikalaşma oranı yüzde 10’ların üzerine çıkamıyor. ‘ÖRGÜTLENME, HAKLARI İLERLETECEK’ Örgütsüz ve sendikalaşmak isteyen işçiler için çıkış noktası ne? Özel sektörün yüzde 96’sından fazlası örgütsüz, sendikasız, sendikal mücadelenin dışında. Tamamıyla geleceği, kaderi, yaşam koşulları, patronun, siyasi iktidarın iki dudağının arasında. Bu işçi sınıfının kaderi değil, bundan kurtulmak gerekiyor. Aşılamayacak bir şey de değil. Örgütlenerek, gerektiğinde üretimden gelen gücünü de kullanarak, yeterli bir örgütlü güç varsa, TİS talebiyle işvereni, sermayeyi zorlama iradesi ortaya konularak çalışma koşullarının iyileştirilmesi sağlanabilir. Sendikal yapı içerisinde onun olanak tanıdığı kadarıyla hak alınır diye bir kaide yok. Örgütsüz iş yerleri de kendi haklarını arayacağı, kendilerini iyi temsil edecek sendikada mutlaka örgütlenmeli. Sendika değiştirmek isteyen işçiler için de; kendilerini hangi sendikanın temsil etmesini istiyorsa referandum olmalı. Sınıf mücadelesi tarihinde mücadeleler sonucunda ortaya çıkmış kazanımlar var. Türkiye’de çalışma yaşamının daha demokratikleşmesi; işçilerin örgütlenmesiyle var olan hakların ilerletilmesinin zorlanmasıyla bu kanalların açılabileceğini düşünüyorum. ‘SENDİKALAR BİRLİKTE MÜCADELE YÜRÜTMELİ’ Peki sendikal haklara engel olan yasaların değiştirilmesi mümkün mü? Bu olması gereken bir şey. Bunlar kendiliğinden ortadan kalkmayacak. İşçilerin sendikaların zorlamasıyla mücadele etmesiyle olacak. Kanun yapıcıların da muhalefet partilerinin de, Mecliste ortaya bir irade koyarak bunun değişmesini sağlaması lazım. Ama Türkiye’de siyasi iktidarlara baktığımızda işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda bir siyasi iktidar olduğunu söyleyemeyiz. Geçmiş için de günümüz için de... Böyle bir siyasi iktidardan işçilerin önünü açmasını beklemek safdillik olur. Bugüne kadar yapmadılar, bundan sonrasında da yapmayacaklar. Sandığa gidip oy kullanmak da yetmiyor, demokratik bir seçim süreci olmuyor çünkü. Sendikaların burada bir arada mücadele etmesi gerekiyor. Böyle bir sistem içinde örgütlenmek zor ama başta sendikaların, işçi sınıfının mücadelesinden yana kaygı duyan sendikaların örgütlü bir mücadelesiyle bu aşılabilir. ‘İŞÇİLER KENDİ ÖRGÜTLÜLÜKLERİNİ SAĞLAMALI’ 2025 yılı sözleşmeler yılı ama aynı zamanda bu yılın işçiler açısından zorlu geçeceği de aşikar. Bu sene on binlerce metal işçisini kapsayan MESS grup sözleşmesi de var. Bu yıl metal işçilerine nasıl bir rol düşüyor? Türkiye üretemeyen bir ülke, kaynakları olmayan bir ülke değil. Güçlü sanayisi olan bir ülke. Ülkenin en büyük sorunu gelir dağılımındaki adaletsizlik ve bu adaletsizliğin yerli ve yabancı sermayenin lehine kullanılması. Demokrasinin kırıntılarının dahi ortadan kalktığı, neredeyse mutlakiyetçi bir anlayışa doğru giden antidemokratik totaliter bir rejime giden ülkede yaşıyoruz. Biz bu duruma bir günde gelmedik. Örgütlü kesimlerin üzerindeki baskılar artıyor, baro gibi en önemli kurumlar dahi terör suçlamasıyla toplumsal mücadelelerin saf dışına itilmeye çalışılıyor. Böyle bir atmosfer içinde sendikalar mücadele edecekler, hak ve özgürlükleri geliştirmek için, hak arama mücadelelerini yoğunlaştırarak kendi üyelerini ve emekçi kitlelerinin yaşamlarını iyileştirmeye çalışacaklar. Bu çok kolay bir şey değil ama bu mücadelelerde bedeller ödemeyi de göze alarak bunların yapılması gerekiyor. Nasıl ki grev yasaklarına karşı “Biz bu yasakları tanımıyoruz” cüretini gösterebiliyorsa bugün 2 bin işçi ve Birleşik Metal-İş yönetimi; bu aslında tüm işçi ve emekçiler tarafından aynı kararlılıkla yürünmesi gerekilen bir yol olduğunu gösteriyor. Eylül ayında 160 binin üzerinde işçiyi ilgilendiren metal işçisinin MESS ile TİS süreci var. Bu yıl, emekçilerin geçmiş kayıplarını telafi etmesi ve geleceklerinin karartılmaması açısından son derece önem taşıyor. Sendikalar kendi arasında dayanışma içinde olmalı, konfederasyonların sözleşmeleri oldubittiye getirmemesi gerekiyor. Şunun da altını çizmek istiyorum; işçilerin her şeyi sendikalara bırakmamaları, kendi öz örgütlülüklerini sağlamaları gerekiyor ve sendikalarına yön vermeleri gerekiyor ve bu konuda kararlı bir irade ve örgütlülük içerisine girmeleri gerekiyor. Aksi halde geçmişte yaşananları tekrar yaşamaya devam edebiliriz. Biz umutluyuz 2025 yılından. Tabii işçi ve emekçilere büyük rol düşüyor, inisiyatif kullanmaları, cesaretli olmaları, antidemokratik uygulamalardan sinmemeleri gerekiyor. Bize düşen görev sinmek değil, mücadeleyi yükseltmek. ‘SENDİKALARDA DEMOKRATİK İŞLEYİŞ ŞART’ “İktidarın kendine yakın olarak müsaadesi”nden bahsettiniz. Bu durum işçilerin haklarına erişmesi konusunda nasıl sonuçlar doğuruyor? Hiçbir sendikayı hedef göstermek için söylemiyorum ama bu bütünlük içinde; işçilerin gerçek anlamda kendilerini ifade edebildikleri, TİS taslağını kendi görüşleriyle hazırladıkları ve TİS’in bitişine kendi iradeleriyle karar verdikleri, demokratik hak ve özgürlüklerini kullanabildikleri, kendi temsilcilerini özgürce seçebildikleri sendikacılık hakim değil. Türkiye sendikal hareketinin çok çok geri olduğunu, olması gereken yola gelebilmesi için fersah fersah yol katetmesi gerektiğini düşünüyorum. Sendikaların iç işleyişinin tamamıyla demokratik işlemesi çok önemli. Mutlaka periyodik sürelerle sendikanın tüzüğüyle güvence altına alınmış bir seçim işleyişi olmalı. İşçi mutlaka özgürce, kapalı oy, açık seçimle en demokratik şekilde kendi delegelerini, temsilcilerini seçebilmeli, taslağı kendi görüşlerini yansıtabilmeli. Devletin yön vermesiyle olmayacak bu, o demokratik kanalları sendikaların üyeleri açmalı. TİS mücadelelerinde sendikalar da tamamen bağımsız olmalı. Devletin gücünden ve etkisinden bağımsız olamıyorsa, patronlardan bağımsız olamıyorsa o sendikanın işleyişini yerine getiremeyeceğini açıkça söyleyebiliriz.
- Sendikasızlaştırmanın yasal adı: ‘Yetki itirazı’
Ağustos 2024’te Petrol-İş Sendikasında örgütlenen Betek Boya işçileri, işverenin toplu iş sözleşmesi yetki tespitine itiraz etmesini protesto etti. İşçiler açtıkları pankartta, bu yöntemin sendikasızlaştırmanın bir aracı olarak kullanıldığını “Sendikasızlaştırmanın yasal adı yetki itirazı” diyerek ifade ettiler. Sendikaların en önemli sendikal faaliyetlerinden biri toplu iş sözleşmesi (TİS) imzalamaktır. Bir sendikanın TİS yapabilmesi hayati önem taşır. Ancak, hangi sendikanın TİS yapmaya yetkili olacağı “yetki” kavramıyla açıklanır. Sendikaların gerekli şartları sağlayıp sağlamadıkları ve bu konudaki uyuşmazlıkların çözümü, “yetki sistemi” olarak adlandırılan mekanizma içinde değerlendirilir. Mevcut yetki tespit sistemi, tamamen işverenin resmi kurumlara yaptığı bildirimler esas alınarak oluşturulmaktadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işverenin beyanlarını baz alarak oluşturulan “yetki otomasyon sistemi” ile sendikaların yetki başvurularını değerlendirir. Başka bir ifadeyle, bir sendikanın toplu iş sözleşmesi yetkisi alıp alamayacağı, doğrudan işverenin sunduğu kayıtlarla belirlenmektedir. Ancak bu sistemin en büyük açmazı, işverenin bu yetkiye itiraz etmesi halinde sürecin tamamen durmasıdır. Yetki itirazı kesinleşmeden toplu iş sözleşmesi müzakereleri başlatılamamakta, bu da işverenlere süreci sendikasızlaştırmanın aracı olarak kullanma fırsatı vermektedir. Toplu iş sözleşmesi yetki tespitine işverenlerce yapılan itirazlar temelde üç amaca dayanmaktadır. Öncelikli amaç yetki tespit sürecini uzatarak mümkünse iş yerini sendikasızlaştırmak, bunun gerçekleşmemesi halinde işçilerin sendika seçme özgürlüklerine müdahale ederek işçileri “makbul sendikalara” yönlendirmek, bunu da gerçekleştiremedikleri durumda yetki tespit itirazını sendikaya karşı ödün pazarlığı olarak kullanmaktır. Yapılan bilimsel araştırmalar, yetki tespit sisteminin sendikal örgütlenmenin önünde büyük bir engel olduğunu ve işverenler tarafından sendikasızlaştırma aracı olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır.[1] Petrol-İş Sendikası özelinde yapılan incelemeler, yetki itirazlarının sistemli bir şekilde sendikasızlaştırma aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. 6356 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği kasım 2012 ile kasım 2024 dönemindeki 12 yıllık süreçte, Petrol-İş sendikasının ilk defa örgütlendiği iş yerlerinde aldığı yetkilerin yüzde 80’ine işverenlerce itiraz edilmiştir. Bu itirazların yüzde 30’u yetkisiz mahkemelerde yapılmıştır. Yetkili mahkemelerde görülen davalar en az 583 günde, yetkisiz mahkemelerde ise en az 958 günde sonuçlanmıştır. İtirazların yüzde 90’ı sendika lehine sonuçlanmasına rağmen, yalnızca yüzde 42’sinde toplu iş sözleşmesi imzalanabilmiştir. Benzer bir durum, Birleşik Metal-İş Sendikasının incelemelerinde de görülmüştür. Yetki itirazları büyük ölçüde sendikalar lehine sonuçlanmasına rağmen, süreç uzadıkça işçiler ya işten çıkarılmış ya da istifa ettirilerek iş yeri sendikasızlaştırılmış ve bu nedenle toplu iş sözleşmeleri imzalanamamıştır. Anayasa Mahkemesi de Nakliyat-İş[2] ve Birleşik Metal-İş[3] sendikalarının bireysel başvurularına ilişkin verdiği kararlarda, mevcut yetki sisteminin yapısal bir sorun oluşturduğunu belirtmiştir. Bu nedenle, gerekli yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi için kararlarının bir örneğini TBMM’ye göndermiştir. Bilimsel araştırmalar ve uygulamadaki sorunlar, mevcut yetki tespit sisteminin işverenlerin sendikasızlaştırma politikalarına hizmet eden bir mekanizmaya dönüştüğünü göstermektedir. Anayasa Mahkemesinin de belirttiği gibi sistem, yapısal sorunlar içermektedir. Bu nedenle işverenlerin sendikasızlaştırma fiillerine karşı ciddi ve etkili yaptırımların öngörüldüğü, sendika ve toplu iş sözleşmesi hakkına etkili bir güvencenin getirildiği, yetkili sendikanın belirlenmesi sürecinde işverenin otoritesinin sınırlandırıldığı, yetki belirleme sürecince işverenin işçileri çıkarmasının izne ve teminata bağlandığı, denetlenebilir, hızlı işleyen ve siyasal iktidara bağlı olmayan kurullar tarafından yönetilen yeni bir yetki tespit sisteminin hayata geçirilmesi gerektiği açıktır. [1] Murat Özveri, Türkiye’de Toplu İş Sözleşmesi Yetki Sistemi ve Sendikasızlaştırma (1963-2009) [2] AYM 2020/34550 Başvuru, 15.02.2024 Tarihli Karar [3] AYM 2021/35528 Başvuru, 18.07.2024 Tarihli Karar
- Sendikalaşmak isteyen işçiler: Anayasal hakkımızı kullanmak neden bu kadar zor?
2024’te Türkiye'nin her yanından işçiler toplu sözleşme, insanca yaşanacak ücret, sendikal hak ve özgürlüklerini kullanabilme talepleriyle birçok eylem direniş ve grev gerçekleştirdi. Gaziantep'te Özak Tekstil'de sendika seçme özgürlüğü, İstanbul Polonez Et Fabrikasında düşük ücretler ve baskılara karşı sendikalaşma hakkı, İstanbul As Plastik'te ve Gebze Mersen'de toplu iş sözleşmesi (TİS) imzalama talepleriyle grev ve direnişler gerçekleştirildi. Bu grev ve direnişler sırasında sendikal yetki ve toplu iş sözleşmesi sürecindeki yasal boşlukları istismar eden patronlar anayasal haklarını kullanmaya çalışan işçiler üzerinde baskı kurdu, yeri geldiğinde polis şiddetini de harekete geçirerek işçileri yıldırmaya çalıştı. Ancak işçiler baskı girişimlerine rağmen mücadeleleriyle kazanımlar elde etti. Grev ve direnişlerde yer alan işçilerin bir ortak sorusu var: “Anayasal haklarımızı kullanabilmek neden bu kadar zor?” ‘AS PLASTİK’TE YETKİ TESPİTİ İKİ YIL SÜRDÜ’ 2022 yılında As Plastik işçileri, düşük ücretler üretim baskısı ve mobbing karşısında toplu sözleşme ve sosyal haklarını garanti altına alabilmek için Petrol-İş Sendikasında örgütlendi. İşçiler çok kısa bir süre içinde iş yerinde çoğunluğa ulaştıklarını ve sendikanın yetki tespiti başvurusu yaptığını anlatıyor. Patronun yasal süreçlerden faydalanarak yetki sürecini 2 yıl uzattığı As Plastik'te bir işçi geçen 2 yıl içinde yaşadıklarını şöyle özetliyor: “Patron yetkiye itiraz etti ve hemen fabrika içinde bize sendikadan istifa etmemiz için baskı yapmaya başladı. İşçilerin sendikalaşmakta kararlı olduklarını gördükten sonra ise işten atmalar yaptı. 28 arkadaşımızı işten çıkardı. Biz ise aynı gün eyleme çıkıp üretimi durdurmasaydık sendikanın yetkisi düşene kadar baskı ve işten atmalar da devam edecekti.” Sendikanın yetki almasıyla TİS görüşmelerine başlandığını ancak patronun sendikayı tanımayarak masaya oturmadığını aktaran işçi “Patron TİS taleplerimizin hepsini kabul etti ama ‘Sendika istemiyorum’ diyerek temsilcimizi ve öncü işçileri işten attı. Bize, taşeron işçiler getirerek üretime devam edeceğini açıkça söyledi. Göz göre göre suç işledi. Yasak olmasına rağmen çalışan makineleri mühürletmek için karar çıkarttık. Karar aynı gün değiştirildi ve makineler mühürlenmedi. Açık açık suç işledi, işlerken de fabrikanın önünde duran polis ve jandarma bir kere olsun müdahale etmedi” diyor. Patronun grev kırıcılık hamlelerine rağmen direnişlerini sürdüren işçilerin arasına direnişten ayrılan 40 işçinin dönmesiyle birlikte grevin zam ve işten atılan işçilerin tazminatlarının ve haklarının ödenmesiyle son bulduğunu belirten işçi “İşçilerin haklarını alabilmesi için vermesi gereken mücadele sadece patrona karşı verilmiyor maalesef. Yasasıyla, kolluk kuvvetiyle patronların taktikleriyle mücadele edip başarıya ulaşabilmek için sendikal hakların kullanılmasının güvencesi olması lazım, sendikaların işçiyle dayanışmasının da güçlenmesi lazım” diyor. ‘HAKKIMIZI İSTEDİK, TERS KELEPÇE YEDİK’ Polonez Et işçileri 6 ay süren sendikal hak mücadeleleri boyunca birçok defa polis müdahaleleri, şiddet ve baskı ile mücadele etmek zorunda kaldı. Kazanımla sonuçlanan direnişlerinin her adımında sendikayı tanımayan patron karşısında direnmekten başka çıkar yolları kalmadığını ifade eden bir işçi “Yıllarca asgari ücret seviyesinde ücretler ile çalıştık burada. Sigortası bile düzgün ödenmeyen arkadaşlarımız oldu. Anayasal hakkımızı kullandığımız ilk andan itibaren etrafımızda polis barikatı gördük. Çocuklarıyla birlikte yürümek isteyen kadın işçi arkadaşlarımıza gaz sıkıldı. Hakkımızı istedik ters kelepçe yedik. Ama kaçak işçi getirip üretime devam eden patrona bir defa müfettişler gelip de bakmadı. Biz en son Ankara'ya yürümeye başladığımızda polis kaymakamlığın önünden çıkmamıza dahi iki gün izin vermedi” diyor. İşçi bir soruyla bağlıyor konuşmasını: “Biz haklarımızı kullanmak istediğimizde neden suçlu muamelesi görüyoruz?” ÖZAK DİRENİŞİ SAFLARI NETLEŞTİRDİ Özak Tekstil işçileri 80 gün süren direnişleri boyunca üyesi olmak istedikleri BİRTEK-SEN ile sayısız saldırıya maruz kaldı. Öz İplik-İş’in örgütlü olduğu fabrikada düşük ücretli ve işçilere sorulmadan imzalanan sözleşmelere doğan tepki ile birlikte sendika seçme özgürlüğünü kullanmak isteyen işçilerin karşısına hem yasal mevzuat hem de patron-polis şiddeti çıktı. Teker teker odalara çekilip sendikadan istifa etmeleri yönünde baskı gördüklerini hatırlatan bir Özak Tekstil işçisi, “Anayasa’da yazan en basit haklarımızı kullanmak istediğimizde karşımızda bir duvar bulduk” diyor. İşçi “Bütün bu süreç boyunca sendikamıza düzmece yöntemlerle ceza kesildi. Ayrıca eylemlerimize polis defalarca müdahale etti. İşçiler kendi seçtikleri sendikada örgütlenme hakkına sahip ama bu sadece kağıt üstünde. Bizim haklarımız söz konusu olduğunda mücadele etmeden, baskıya ve şiddete maruz kalmadan hak elde etmek imkansız hale geldi" diyor. ‘TİS HAKKINI VERMEMEK İÇİN HER YOLU DENEDİ’ Gebze'deki MERSEN işçileri ise TİS imzalama talebiyle örgütlendikleri iş yerlerinde yine işten atmalar, baskılar ve patronun işçilerin iradesini kırma girişimleriyle mücadele etmek zorundaydı. “Burada işten atılan arkadaşlarımız da oldu baskı görüp sendikadan istifa ettirilen arkadaşlarımız da diyen bir işçi, sendikal yetkiyi düşürmek için patronun baskı ve mobbing uyguladığını anlattı: “TİS görüşmelerini tıkamak için beyaz yakaları işçi gösteren işçi grev oylamasına da müdahale etti ve birliğimizi bozmaya kalktı. Biz fabrika önündeki direnişimizde birliğimizi bozsaydık patronun işlediği suçlar yanına kalacaktı ve biz en temel haklarımızdan faydalanamayacaktık. 8 ay süren mücadelemiz kazanımla sonuçlandı. Patronlar karşısında insanca yaşamak için haklarımızı kullanmak bu ülkede neden bu kadar zor?”